17 Aralık 2016 Cumartesi

ALMANYA'NIN - ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ, BÖLÜM 2




ALMANYA'NIN - ERMENİ TEHCİRİNDEKİ ROLÜ,  BÖLÜM 2



ALMANYA’NIN ERMENİ SORUNUNA YAKLAŞIMI 

Büyük devletler, özellikle Berlin Kongresi ve sonrasında, Doğu Anadolu ve Makedonya bölgesinde kendi nüfuslarını yerleştirmek amacıyla ıslahat 
taraftarlığı yapıyorlardı. 

Almanya, Ermeni sorunu konusunda diğer büyük devletler gibi davranmadı. Almanya’nın Osmanlı Devleti’nde sempati kazanmasının nedenlerinden biri de, 
ıslahat konusunda Osmanlı yönetimine karşı daha ılımlı ve az baskıcı bir politika izlemesiydi.Almanya, Bismarck döneminde bile Osmanlı Devleti’nde 
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın uluslar arası bir sorun haline getirdiği adlî ve idarî ıslahat konusuna aktif olarak karışmadı. 

Bismark’tan sonra bu tarafsızlık politikası, Almanya’nın azınlıklar konusunda Osmanlı politikasını daha çok destekler görünen bir tavır takınmasına kadar 
vardı. Osmanlı Devleti’nin birlik ve bütünlüğünü destekler bir tutumla nüfusunu yerleştireceği inancı, Alman dış politikasının temel prensibi oldu. 

Osmanlı Devleti halklarının çoğu İslâm dininde olduğuna göre onları ancak Halife bir arada tutar ve diğer dünya Müslümanları da birleştirilebilirdi. Almanya bu 
ideolojiyi destekler göründü. Bir müddet sonra II. Abdülhamit rejiminin Güneydoğu Asya ve Hindistan’daki Müslümanlar arasında sağladığı sempatiden 
istifade etmek için bu ittifaka ve İslâm’a önem veren bir üslûp da benimsedi. 

Almanya’nın azınlıklar konusunda Osmanlı yönetimine paralel bir görüş ve davranışı vardı. Anadolu’daki Alman misyonerlerinin tek amacı bakir Osmanlı 
ülkesinin verimli topraklarını Almanlara açmak için çalışmaktı. 

Ermeni sorununda Alman dış politikası, başlangıçta karışmazlık ilkesini esas almıştı. 

Alman Şansölyesi Otto von Bismarck, Ermeni sorununda Osmanlı’ya baskı yapmama tutumunu yönetimi boyunca korudu. Örneğin, Ermeniler, özerk yönetim için Berlin Kongresi’ne ( 13 Temmuz 1878 ), Patrik Varjabedyan başkanlığında bir Temsilciler Heyeti gönderdiklerinde, Kongre Yöneticisi  Bismarck, Ermeni isteklerini önemsemedi ve gündeme almadı. 

Bunun üzerine Patrik, “ Hakkımızı ancak mücadele ile elde edebileceğimizi bize öğrettiniz ” dedi. 

Bu dönemde Ermenilerin talepleri, Ermenistan için daha çok Lübnan’ın statüsüne benzeyen, özerk ve karma meclisli bir idareye sahip olmak gibi görünüyor. 

A.Agopyan’ın 15 Ekim 1881’de Times’de yayınlanan “Ermeni reformu Doğu Anadolu ıslahatından ayrı olarak ele alınmalı ve Ermenilere Lübnan’daki gibi bir idare verilmedikçe mücadele devam etmelidir” sözlerinde, Ermenilerin hedeflerinin ne olduğu açıkça anlaşılıyor. 

(Elbette çoğunluğun değil) Belli bir grup Ermeni vatandaşımızın Birinci Dünya Savaşı’ndaki ayrılıkçı davranışlarının temelinde bu düşünce yatmaktadır.Ne yazıkki,çoğunluktaki Ermeniler, azınlıkta kalan ayrılıkçı Ermeni komitelerinin hayallerinin aleti oldular, en çok zararı da kendileri gördüler.) 

Alman diplomasisinin Ermeni sorunundaki tutumu, önceleri ısrarla işe karışmamak iken, zamanla işe karışmak şekline dönüştü. 

ERMENİ TEHCİRİNDE ALMAN SUBAYLARIN ROLÜ 

Birinci Dünya Savaşı içinde, Doğu’da Rus taarruzları ile koordineli olarak cephe gerisinde ayrılıkçı Ermeni çetelerinin isyanları başlayınca, ordunun cephedeki 
askeri emniyeti tehlikeye düşmüştü. 

Almanya, ortaya çıkan olayları şiddetle bastırmak konusunda akıl hocalığı yaptı. 

Komuta kademesinde ve karargâhlarda çalışan Alman subayların teklif ve önerileriyle, cephe gerisinde askeri açıdan sakıncalı bulunan bölgelerdeki 
Ermenilerin, ülke toprakları içinde, muharebelerin olmadığı daha emniyetli bölgelere gönderilmelerine karar verildi. 

Örneğin, Van’daki Ermeni katliamı üzerine, Kurmay Başkanı Alman Yarbay Felix Guse olan 3 ncü Ordu Komutanı Mahmut Kâmil Paşa, Genelkurmay Başkanlığı’na bir telgraf çekerek, Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını istedi.  

Bu evrakın geldiği Genelkurmay Başkanlığı Harekât Dairesi’nde Alman Yarbay Otto von Feldmann bulunuyordu. 

Feldmann, Ermenilerin göç ettirilmesine karar veren Alman subaylardan birisinin kendisi olduğunu, açık açık yazar.  

Tehcir sırasında Osmanlı Ordusu Genelkurmay Başkan Vekili /Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan General Bronsart da, çeşitli yayınlarda, cephede beliren tehlikeli durumu bertaraf etmek için Ermenilerin tehcir edilmesi gerektiğini sık sık dile getirmiştir. 

Almanların olaya bakış açısını belirtmek için bir başka örneği de hatırlayalım: 

Birinci Dünya Savaşı’nda Yunanistan, 1917 yılında resmen İtilâf Devletleri yanında Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa girmesine rağmen, Rumlar Osmanlı 
Devleti’ne karşı ayaklanmamışlardı. Buna rağmen Almanlar, Ege bölgesindeki Rumların bölgeden uzaklaştırılmasını istemişlerdi. 

Genelkurmay Başkan Vekili olmasına rağmen Genelkurmay Başkanlığı’nı fiilen yapan Alman General Bronsart, “Rumların Ege bölgesinden çıkarılması askeri yönden bir gereklilikti, fakat Talât Paşa, Rumların isyan etmediklerini ileri sürerek izin vermedi” demiştir. 

TEHCİR SONRASINDA ALMANLARIN KONU HAKKINDA AÇIKLAMALARI 

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Alman Genelkurmayı’nın tehcir gibi bir olayı tavsiye ettiği ve yönettiği, savaş sırasında ve sonrasında açıklanmış olmasına 
rağmen, savaşın gidişatından endişe duymaya başlamasıyla birlikte Almanya’da Ermeni sorununa bakış açısı değişti. 

Almanlar, Ermeni tehcirinden sıyrılmaya çalıştılar ve Ermeni görüşüne yakın bir tavır sergilemeye başladılar.Bu durum, Talat Paşa’nın öldürülmesinden sonraki 
tavırda açıkça belli olmaktadır. 

Çeşitli kaynaklarda, Osmanlı Devleti’nde, askeri güvenlik nedeniyle çıkarılan tehcir kararının uygulanmasına, birçok yerde Alman konsolosları ve subaylarının 
yönetici ve teşvikçi olarak katıldığı yönünde ayrıntılı bilgi vardır. (“The Treatment of Armenians in The Ottoman Empire 1915-1916”, Doucement Presented to 
Viscount Grey of Fallodon by Viscount Bryce, Londra Couster and Sons, 1916, N. 134.s.330; Canon J.T. Parfit, Twenty Years in Baghdad and Syria, Londra, Simpkin Marshall, Hamilton Kent and CO, 1916, s. 56-58; İlber Ortaylı, a. g. e. NAKLEN .s.154) 

Aksi görüş ileri sürseler de, resmi ya da gayri resmi Alman yayınlarında, Almanya’nın elinde kendi tezlerini destekleyecek bilgi ve belge yoktur. 

Bu konuda en popüler olan ve bilinen Johannes Lepsius’un Almanları temize çıkarmak için yazdığı “Deutschland und Armenien 1914- 1918” (Almanya ve 
Ermenistan 1915- 1918)adını verdiği bir kitaptır. 

Lepsius: dinî inançlarını yaymak için Osmanlı Devleti’ne ve İran’a giderek, bölgede yaşayan Müslüman Türkleri, Kürtleri ve Gregoryen Ermenileri din ve 
mezhep değiştirip Protestan Kilisesi’ne bağlamak için çalışmış Protestan Misyoner bir Papaz’dı. 1896’da Anadolu’ya geldi, aynı yıl Urfa’da “Ermenilere 
yardım Cemiyeti” ni kurdu. Bu cemiyetin adı dört yıl sonra “Alman Doğu Misyonu” olarak değiştirildi. 

Lepsius, gözlemlerini “Türkiye’de Ermenilerin Durumu hakkında Rapor” adıyla, 1916 yılında Almanya’da yayımladı. Ancak, Almanya, genel politikasına uygun 
bulmadığı bu yayını toplattı. 

1917 sonlarında, Berlin Üniversitesi Teoloji Fakülltesi, “Başta Ermeniler olmak üzere Doğu’daki hristiyanlar için yapmış olduğu başarılı çalışmalarından dolayı” 
Lepsius’a, Fahrî Doktora” payesi verdi. 

Lepsius, bundan sonra, kendini, Ermeni Tehciri konusunda, Almanya’nın suçsuz olduğunu kanıtlamaya adadı. Almanya’da Ermeniler’e yardım dernekleri kurdu. 
Alman Dışişleri Bakanlığı arşivlerini inceledi. Ermenilerle ilgili (Alman Askeri Islah Heyeti Raporları hariç/bunlar halen kayıp kabul ediliyor) tüm yazışmaları 
gözden geçirdi. Ortaya Osmanlı Devleti’ni suçlu konumuna düşüren bir çalışma çıktı. Lepsius, çalışmasını 1919 yılında yayımladı. 

Kitapta ilk anda dikkati çeken husus,evrakların ayıklanmış, aynı metin içinde önemli bölümlerin çıkarılmış olduğu ya da bazı konulara hiç değinilmemiş 
olduğuydu. 

Anadolu’da bu sırada millî mücadele başladığı için, Almanya’nın bu tek taraflı ve yanlı yayınları yeterli tepki görmedi.   

Prof. Dr. İlber ORTAYLI: 

“Burada, s.LV-LVIII arasında Rössler, Eckart vb. gibi Almanlar hakkındaki temize çıkarma çabaları ikna edici değil. Von der Goltz, Liman von Sanders ve elçilik 
yetkilileri hakkında yeterli ikna edici kanıtlar ileri sürülemediği gibi, belgelerin seçilmiş ve tek yanlı olduğu açık. Kaldı ki, bu belgelerde de kesin 
ifadeler yoktur. 

Ayrıca, Bonn’daki Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde AAA, Armenische  Frage, I.A.B.g Türkei, 133 adh. 13. Dosyasında 1914-15 ve 1916 Ağustos’una kadar olan belgeler yoktur.Bu belgelere bakmayan ve Proto- Alman kaynak kullanan U. Trumpener, Germany and Ottoman Empire,s. 203 d. Analizine itibar edilemez. 

Lepsius türü yazarları çürüten, ‘Burchard Brenties, Drei Jahrtausende Armenien, Verlag Anton Schroll, Viyana- Münih, 1976’, ‘Weber, Eagles on the Crescent, 
Cornell Univ.Press, Londra, 1970’ gibi eserleri mutlaka incelemek gerekir.”(İ.Ortaylı.a.g.e.s.154) 

Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU’nun görüşü de aynı yönde: 

“İsyanların devam etmesi üzerine, Almanya’nın da yönlendirmesiyle Ermenilerin savaş alanı dışında bulunan, ancak Osmanlı topraklarından olan Suriye’ye nakli 
kararı alınmıştır.” 

Aradan yıllar geçtikten sonra, Alman tarihçi Wolfgang Gang, Lepsius’un atladığı belgeleri tamamlayarak, Lepsius’un çalışmasını “Alman Belgeleri, Ermeni 
Soykırımı, 1915- 1916” adıyla yayımladı. 

Ermeni Tehciri sırasında Başbakan olan Talât Paşa, Berlin’de Sogomon Teyleryan tarafından  öldürüldükten sonra, yapılan mahkeme, Almanya’nın tavrını  açıkça 
ortaya koymasına neden oldu. 

Mahkemeye tanık olarak Ermeni yanlısı Lepsius ile Liman Von Sanders çıkarıldı. Elbette Lepsius Ermeniler lehine açıklamada bulunurken, Liman von Sanders olayı muğlak ifadelerle geçiştirdi. 

Dönemin Genelkurmay Başkan Vekili olan ve Genelkurmay Başkanlığı’nı fiilen icra etmekte olan Bronzart von Schellendorf, mahkemeye çağrılmamıştı. 

Bronzart, Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesine Osmanlı devletini aklayan yazılar yazdı.  

3 ncü Ordu Kurmay Başkanı Alman Yarbay Felix Guse, Türklerin Ermeni tehcir konusunda haklı olduklarını, asla bir Ermeni soykırımı yapmadıklarını, “Die 
Armenienaufstand 1915 und Seine Folgen” başlıklı makalesinde ayrıntılarla anlattı. 

Ermeniler tarafından Talât Paşa’ya atfedilen ve halen onun tarafından kullanıldığına inanılan, “Ermeni sorununu ortadan kaldırmanın tek yolu, Ermeni 
halkını ortadan kaldırmaktır” cümlesinin, Alman oryantalisti Ewal Banse tarafından 1919 yılında yazılan bir araştırma kitabında, yazarın kişisel görüşü 
olduğu ortaya çıktı. 

Ermeni Araştırmacı Vahakn N. Dadrian’a göre, Ermeni Tehciri’nde Alman etkisi iki başlık altında incelenebilir. 

  Tavsiye ve kolaylaştırma, Rıza ve icabet etme. 

Dadrian’a göre Alman askeri misyonuna bağlı askeri personelin bir kısmı karar vermiş, bir kısmı uygulamış, bir kısmı da olanlara göz yummuştur. 

Günümüzde de, Almanya’nın kendini aklama ya da Ermeni Tehciri’nden kendisini sıyırmak ve Türkiye’yi suçlama çabaları devam etmektedir. 

Almanya’da “Gesllschaft für Bedrohte Völker” adındaki kuruluş kendini Ermeni davasına adamıştır. 

Almanların olaya bakış açısını göstermesi bakımından küçük bir bilgiyi hatırlamanın zamanıdır: 

Birinci Dünya Savaşı başlangıcında fiilen Osmanlı Ordusu Genelkurmay Başkanlığını yürüten Bronsart Paşa, 1922 yılında, Liwa-el İslâm dergisine 
verdiği demeçte, Sarıkamış yenilgisinin suçunun Ermeniler’de olduğunu söylemişti; ilginçtir, Almanlar, Birinci Dünya Savaşı’nda da yenilginin nedeni 
olarak Yahudileri göstermişti. 

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE ALMANLARIN ÇİNGENE SOYKIRIMI 

Alman Çingeneleriyle ilgili yapılan araştırmalardan, Almanların Çingeneler üzerindeki baskısının ve terörünün Nazilerle birlikte başlamadığını, ama 
Nazilerin iktidara gelişiyle birlikte soykırımcı bir şekilde hızlandırıldığını görüyoruz. 1880 yılında Başbakan Bismack tarafından çıkarılan bir kanunla, ilk 
defa Çingenelerin ayrımcılığa tabi tutulması güçlendirildi. 

1925 yılında, Almanya’da yapılan “Çingene Sorunu” adlı bir konferansın arkasından çıkarılan bir kanunla, işi olmayan Çingenelerin toplum için tehlike 
yarattıkları gerekçesiyle, derhal çalışma kamplarına gönderilmesi kararı alındı. 

1929 yılına gelindiğinde, Almanya’nın Münih kentinde “Almanya’daki Çingenelere Karşı Mücadele Merkezi” oluşturuldu ve bu merkez çok geniş yetkilerle 
donatıldı.Bu ırkçı merkezin çalışmaya başlamasıyla birlikte, daha Naziler iktidara gelmeden 10 gün önce alınan bir kararla, Çingenelerin tüm Alman 
vatandaşlara tanınan hakları ellerinden alındı.  

Alman makamları, 1936 yılından itibaren aşağı ırktan olduklarını söyledikleri Çingeneleri, mahkûm iş gücü olarak çalıştırmak maksadıyla, çeşitli kamplara 
tehcir etmeye başladı.  

31 Temmuz 1941’de, Çingenelerin öldürülmesi için, Çingenelere ve Yahudilere karşı yapılacak soykırımın ayrıntılı bir şekilde nasıl yapılması gerektiğinin 
arkasındaki mimar diye bilinen Nazi liderlerinden Heydrich’in, “ Einsatzkommando’larına (özel infaz kuvveti) verdiği bir emirle, tüm Yahudilerin, 
Çingenelerin ve aklî dengesi yerinde olmayan hastaların öldürülmesine başlanması kararı alındı.  

GENEL  DEĞERLENDİRME 

Almanlar için esas olan, Osmanlı ordularının bulundukları cephelerde başarılı olması değil, müttefik kuvvetleri oyalayarak meşgul etmesiydi. 

Örneğin Doğu Cephesi’nde, Osmanlı ordusunun Rusları geri atmaktan ziyade oyalaması- meşgul etmesi, Rusların böylece Batı cephesine kuvvet kaydıramaması 
isteniyordu. 

Ermenilerin hem cephede, hem de cephe gerisinde Ruslarla birlikte hareket etmesi ise, Alman istekleriyle çakışmıyordu. Bu nedenle, Almanlar,  Ermeni tehcirini, Osmanlı ordusunun geri bölge emniyetinin sağlanmasından çok, Alman isteklerini yerine getirebilmesi için Osmanlı Devleti’ne empoze etmişlerdir. 

 Nazi Almanyası’nın Yahudileri Toplama Kampları’na nakletmedeki hedefi ile Osmanlı Devleti’nin Ermenileri Suriye’ye geçici olarak sevk etmesindeki hedef ve amaçlar aynı değildir. 

Unutmayalım ki: 

Yahudiler, Nazi Almanyası’na karşı isyan etmemişlerdi; Osmanlı Devleti’ndeki ayrılıkçı Ermeni komiteciler devlete karşı isyan ettiler. 

Almanlar, Yahudileri öldürdü; Türkler, Ermenileri öldürmedi. 

Almanya, Yahudileri kovdu, gidenler bir daha geri dönmedi; Osmanlı Devleti, Ermenileri kovmadı, onun için gidenlerin önemli bir kısmı geri döndü. 

Nazi Almanyası, Yahudileri kovarken, “nasıl giderseniz gidin” diye yola çıkardı; Osmanlı Devleti ise tehcire gidenlerin mal ve mülklerini koruduğu gibi gidenlere 
de dönenlere de kolaylık sağladı. 

Nazi Almanyası, toplama kamplarında Yahudileri kobay olarak kullandı, gözlerine kimyasallar enjekte ederek göz renklerini değiştirmeye çalıştı, insanları gaz 
odalarında boğdu, Osmanlı, Ermenilere bunların hiç birini yapmadı; üstelik tehcir sırasında ihmali görülenleri cezalandırdı. 

Osmanlı, Nazilerin hiç düşünmediği, kimsesiz çocuklar ve yetimleri, yetimhaneler ve zengin ailelerin yanına yerleştirdi. 

Örnekler bitmez. 

Yahudi Soykırımı ile Ermeni Tehciri arasında benzerlik bulmaya çalışana söylenecek tek şey olmalı. EL İNSAF! .. 

SON SÖZ: 

Hitler’in Yahudi Soykırımı’nda, 1915 yılında Osmanlı Devleti’nde yapılan Ermeni Tehciri’ni örnek aldığı iddiası, boş bir safsata, gerçek süsü verilmiş bir 
yalandır.Bu iddiayı ileri sürenlerin  Ermeni tehcirini ve Yahudi soykırımını hiç bilmediklerini düşünüyorum. 

SEÇİLMİŞ KAYNAKLAR: 

DADRİAN N. Vahakin, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, Belge Yy, 2004. 

GAST Wolfgang, Alman Belgeleri, Ermeni Soykırımı, 1915- 1916, Belge Yy. 2012 

ORTAYLI İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfusu, 9. Baskı, Alkım Yy. İstanbul, 2006. 

WALLACH L. Jehuda, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Gnkur.Basımevi, Ankara, 1985. 

YÜRÜKEL M. Sefa, Batı tarihinde İnsanlık Suçları, Marmara Grubu Vakfı Yy, İstanbul, 2004. 


http://www.ahmetakyol.net/almanlar-ermeni-tehciri/

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder