30 Mayıs 2017 Salı

Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında Ermeni Sorunu, Tehcir ve Pontus Sorununa Genel Bakış BÖLÜM 2


Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında Ermeni Sorunu, Tehcir ve Pontus Sorununa Genel Bakış BÖLÜM 2



Ermeniler bu talimatı derhal uygulamaya koydular. Türk halkına en büyük zararı Birinci Dünya Savaşı’nda veren Ermeniler, Ruslar hesabına casusluk yaptılar, seferberlik emrine uymayarak askerden kaçtılar. Askere gelenler ise topluca silahları ile birlikte Rus ordusu tarafına geçerek, vatana ihanet suçunu işlediler. Osmanlı Devleti Çanakkale’de savaşırken, Ermeniler öncelikle doğu ve güneydoğuda birçok ayaklanmalar çıkardılar. 

Bunların en önemlileri Zeytun (1914), Bitlis (1915) ve Van (1915) isyanlarıdır.8 Ermenilerin isyan ve katliamlarına sadece Rusya değil, Fransa, İngiltere gibi İtilaf Devletleri de maddî ve manevî destek verdiler. Bu desteği vermekteki asıl amaçları, Osmanlı Devleti’ni içten de yıkmaktı. İtilaf Devletleri, barış zamanında Ermenileri Osmanlıların iç işlerine karışabilmenin anahtarı saymışlardı.9 Savaş 
zamanında ise onları doğal müttefikleri gibi görüp Osmanlıyı cephe gerisinden yıkmaya çalışacaklardı. Komitecilerin yanında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerde, Ermeni halkın da devlete isyan ettiğini gören Osmanlı Dâhiliye Nezareti 24 Nisan 1915’te Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, belgelerine el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanmasını bir genelge ile ilgili makamlara bildirdi. Sözü edilen genelge günümüz Türkçesi ile şöyledir: 

Hınçak, Taşnak ve benzeri komitelerin gerek başkentte ve gerek diğer illerde bulunan şubelerinin derhal kapatılmaları, belgelerine, kesinlikle kaybolmayacak bir biçimde, el konulması, komitelerin başkan ve ileri gelenlerinden hükûmetçe tanınan fanatik kişilerle, önemli ve zararlı Ermenilerin hemen tutuklanması bulundukları yerlere devam ve oturmalarında sakınca görülenlerin uygun görülecek yerlerde toplattırılarak kaçmalarına fırsat verilmemesi, gerekli görülecek yerlerde silah aramasına başlanılması ve gerekenlerin derhal Divanıharb’e verilmesi hükûmetçe kararlaştırılmış olduğundan; bu konuda sivil memurlarla işbirliğinde bulunulması ve onlar tarafından istenilecek her 
türlü yardımın hemen yerine getirilmesi önemle rica olunur. 

Başkomutan Vekili Enver 

Bu genelge üzerine İstanbul’da Hınçak ve Taşnak Ermeni komitelerinin elebaşılığını yapan 2345 kişi tutuklandı. Ermenilerin “ Soy kırım yıl dönümü ” 
diye andıkları ve her yıl Amerika Birleşik Devleti’nin meclislerine getirilen “ 24 Nisan ” günü meselesi, bu genelgenin yayınlandığı günü işaret eder. Alınan 
bu önlemler de sonuç vermeyince 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu çıkarıldı.10 Savaş alanı içindeki Ermenileri göç ettirme ve yerleştirme ile ilgili bu geçici kanun 1 Haziran 1915’te Takvim-i Vekayî Gazetesi’nde yayınlandı. 1912 yılında yapılan nüfus sayımına göre Osmanlı Devleti topraklarında 1 milyon 300 bin Ermeni yaşamaktaydı. Bu kanunla, bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanlar savaş bölgesinden alınıp, ülkenin güvenli bölgelerine göç ve yerleşime tabî tutuldular. Bu uygulama aynı zamanda Ermeni halkın can güvenliğini de sağladı. Çünkü bu çeteler terör eylemine ve isyana katılmayan Ermenileri de öldürüyorlardı. Tehcir Kanunu’na göre göç ettirilen 702 bin 900 Ermeni için uygun görülen bölge yaklaşık bugünkü Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Kuzey Suriye arasında kalan bölge idi. Tehcir Kanunu üç maddeden oluşuyordu: 

Madde 1: Sefer zamanında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, halk tarafından herhangi bir şekilde hükûmet emirlerine, yurt savunmasına, mevcut düzene ve güvenlik işlerine karşı durum alan ve silahla saldıran ve direnenleri görürlerse hemen askerî kuvvetlerle karşı koyacaklardır, saldırı ve direnmeyi kökünden yok etmekle yetkili ve yükümlüdürler. 

Madde 2: Ordu ve bağımsız kolordu ve tümen komutanları, askerî nedenlere dayanan, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderilebilirler ve oralarda oturtabilirler. 

Madde 3: Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir (27 Mayıs 1915). 

Yapılanlar sadece ülkenin içinde bulunduğu çok zor durum ve mevcut tehlike nedeniyle çıkabilecek olayların önlenmesidir. Aynı bölgelerde Ermenilerden başka Süryani, Kildani, Rum ve Musevi gibi başka gayrimüslimler de vardı. Bunların hiçbirisine dokunmayıp, sadece Ermenilerin göç ettirilmiş olması anlamlıdır. Göç ettirme sırasında Osmanlı Devleti işi oluruna bırakmadı. Savaş içinde olmasına rağmen, her türlü önlemi aldı. Bu amaçla Dâhiliye Nezareti 1915’te çeşitli defalar, savaş durumu ve olağanüstü politik zorluklar 
nedeniyle başka bölgelere gönderilen Ermenilerin barınmaları, yedirilip içirilmeleri ile ilgili konuları kapsayan, yönetmelikler yayınlandı. 
Bu yönetmeliklerle devletin aldığı koruyucu tedbirler özetle şunlardır: 

• Yerleri değiştirilen Ermenilerin her türlü vergileri ertelenmiştir. 
• Ermenilerin diledikleri eşyalarını beraberinde götürmelerine izin verilmiş, gayrimenkullerinin de ucuza satılmaması için tedbir alınmıştır. 
• Tehcire tabi tutulan Ermenilerin yol boyunca her türlü ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli memurlar tayin edilmiştir. 
• Gerek sevk merkezlerinde ve gerekse sevk sırasında göçmenlere saldırılmaması için gerekli tedbirler alınmış, saldıranlar ise hemen yakalanıp Divan-ı Harbe gönderilmiştir. 
• Yerleştirilecekleri yerlerde tarım arazilerinin verimli olması ve suyun bulunması istenmiş, can ve mal güvenlikleri için karakolların kurulması sağlanmıştır. 
• Katolik ve Protestan Ermenilerin yerleri değiştirilmemiştir. 
• Ermeni milletvekillerinin, Türk ordusundaki Ermeni askerlerin, subayların ve askerî doktorların aileleri nakledilmemiştir. 
• Yaşlılar, güçsüzler, körler, dul ve yetimler tehcire tabi tutulmamıştır. 
• Bütün bu ilkelerin uygulanmasında sırasıyla kaymakam, mutasarrıf ve valiler sorumlu tutulmuşlardır. 


Osmanlı Devleti, Tehcir Kanunu’ndan sonra göç ettirilen Ermenilerin her türlü ihtiyacını sağladı. Gittikleri yerde eski mesleklerini ve işlerini sürdürebilmelerine imkân tanıdı. Buna göre yeni yerlerine yerleşene kadar güvenlik ve yeme içme ihtiyaçlarının sağlanması, önceki durumlarına uygun olarak kendilerine arazi ve emlâk temini, muhtaç olanlara ev yapılması, tohumluk ve tarım aleti 
verilmesi; zeytinlik, dutluk, bağ, dükkân ve fabrikaların açık artırma ile satılarak, bedelinin sahiplerine verilmesi sağlandı. Tehcir sırasında Anadolu’nun savaş alanından alınarak, Suriye’ye göç ettirilen Ermeniler bir Türk müfrezesi eşliğinde yola çıkarıldılar. Ermeni çeteleri ise dağlara çekilerek etkisiz hâle geldiler. Göç ettirilen Ermeniler içinde tabiî ki o günün şartları ile yolda salgın hastalık gibi 
nedenlerle ölenler oldu. Hatta yolculuğu yaptıran Türk birliğinin üçte biri de bu yolculuk esnasında hayatını kaybetti. Ermenilerin tehcir dâhil, bütün bu olaylar sırasında kaybı tarafsız araştırmacıların verdiği rakamlara göre ortalama 300 bindir. Oysa Rus resmi belgelerine göre sadece Erzurum, Bitlis, Trabzon, Van ve Erzincan’da Ermeniler yaklaşık 600 bin Türkü öldürdü ve 500 binini de göç etme 
zorunda bıraktı. Tehcir Kanunu 24 Ekim 1916’da tamamen durduruldu. Ermeni ayaklanmalarına destek veren Bogos Nubar Paşaya göre aynı dönemde ölen Türklerin sayısı 1.400.000’dir ve bunun önemli bir bölümüne Ermeni saldırıları neden olmuştur. Ancak ölenler Müslüman olduğu için hiçbir Avrupalı yazar veya devlet adamı bunların sefalet ve felâketini anlatmamıştır. 

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı içerisinde kendisini korumak için çıkardığı ve uyguladığı Tehcir Kanunu’na İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği büyük devletler karşı çıktılar. Bu devletler siyasi ve ekonomik çıkarları için yer değiştirme uygulamasını bir soy kırım gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propagandaya başladılar. İşte 
soy kırım iddiası olarak ileri sürülen olayların tarihçesi budur. Anadolu’da kalan (tehcire tabi tutulmayan) Ermeniler ise Osmanlı Devleti’nin güvencesi altında ticarî ve sosyal faaliyetlerine devam ettiler. 

Birinci Dünya Savaşı içinde, Rusya’da Bolşevik İhtilali yaşandı ve bu ihtilâl sonucunda Çarlık Rusyası yıkıldı. Yeni kurulan Rus hükümeti Birinci Dünya Savaşı’ndan ayrıldı. Rus kuvvetleri Osmanlı topraklarından çekilirken Ermeniler de beraber kaçmak zorunda kaldılar. Çünkü yaptıkları bunca katliamdan sonra, Türklerle aynı topraklar üzerinde kalamayacaklarını anladılar. Bu çekiliş sırasında yaptıkları mezalim dünya tarihinin kara sayfalarından biri olmuştur. Bugün bu Ermeniler dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşamaktadırlar. 

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenildi ve imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaşması ile savaş sona erdi. Osmanlı Devleti, 31 Aralık 1918’de Geri Dönüş Kararnamesi’ni çıkardı. Geri dönen Ermeniler eski mal ve mülklerini yeniden aldılar. Ermeniler 1918 tarihini takip eden dönemde yeniden harekete geçtiler. İngilizlerin yardımına güvenerek Doğu Anadolu Bölgesi’ni işgal hevesine 
düştüler. Aralık 1918’de Aras Vadisi’nden hareketle Türk bölgelerinde yağma ve katliamlar yaptılar. İlerleyen Ermeniler; Gümrü, Açmiyazin, Iğdır ve Kars’a kadar geldiler. Diğer taraftan Fransa işgal ettiği Adana, Maraş, Urfa, Antep bölgesinde doğu lejyonu için Ermenilerden asker toplamaya başladı. Karşılığında da Anadolu’da kendi payına düşen Kilikya’nın Ermenilere terk edileceğini vaat ediyordu. 

Osmanlı Devleti temsilcilerinin imzaladığı Sevr Antlaşması’nda Doğu Anadolu’nun kuzey yarısında bir Ermeni Devleti’nin kurulması hükmü yer alıyordu. Ancak, Kanunuesasi’ye göre (1876) uluslararası bir antlaşmanın hukukî açıdan geçerli olabilmesi için meclis tarafından onaylanması gerekiyordu. Oysa bu sırada son Osmanlı Mebusan Meclisi dağıtılmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise bu antlaşmayı onaylamamış ve imzalayanları vatan haini saymıştı. Bu nedenle Sevr Antlaşması’nın hukukî bir geçerliliği yoktu. 

 Kurtuluş Savaşı’nda yeniden isyan eden Ermeniler Doğu Anadolu’yu ele geçirmek için harekete geçtiler. Rusya Ermenileri ve ordusuyla iş birliği yaparak Kars ve Doğubayazıt’ta toplu kıyımlar yaptılar. Gelişmeler üzerine, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’i tam yetki ile Doğu Cephesi Komutanlığı’na atadı. Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk Ordusu Ermenileri yenilgiye uğrattı. 3 Aralık 1920’de yapılan Gümrü Antlaşması ile Ermeniler, Türkiye üzerinde hiçbir hakları olmadığını kabul ettiler. Daha sonra Ermenistan Sovyetler Birliği’ne katılınca, Sovyetlerle imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile bu durum pekiştirildi. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonucunda, önceleri 1.300.000 olan Ermeni nüfusundan yaklaşık sadece 70.000 kadarı Türkiye Cumhuriyeti’nde kaldı. Diğerleri de Kafkasya’ya, Amerika’ya ve Avrupa’ya gittiler. 

Ermenilerin Yerleşim Sorunu ve Azınlıklar Meselesi 

Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı kazanılan zaferden sonra Batı ve Güney cephelerinde de millî mücadele kazanıldı. İtilaf Devletleri işgal ettikleri topraklarımızı boşaltmak zorunda kaldılar. Savaş sonu kesin antlaşma yapmak için Lozan’da konferans toplandı. 

Lozan Konferansı’nda İngiliz baş delegesi Lord Curzon, azınlıklar, özellikle Ermeniler konusunda diğer delegelerin ve Ermenilerin sözcülüğünü yaptı. Bu konferansta yaptığı konuşmasında; Türkiye’de Rumların, Yahudilerin, Asurîlerin, Kildanilerin ve Nasturilerin himaye görmesi gerektiğini söylemiş, özellikle Ermeni yurdu konusunu yeniden gündeme getirmişti. Lord Curzon, Doğu Anadolu veya Kilikya’da bir bölgenin Milletler Cemiyeti’nden bir temsilcinin kontrolünde; Türk kanunları altında ve bir Türk genel valisinin idaresinde Ermeni bölgesi olarak belirlenmesini istedi. Ancak Lozan Konferansı’na katılan Türk delegasyonu bu istekleri kesinlikle kabul etmedi. Bundan sonra bu konuda bir daha herhangi bir görüşme olmadı. Daha sonra Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili 37 ve 45. maddeleri Türkiye Ermenileri için de geçerli oldu. 

Lozan’a Göre Azınlık Hakları: Lozan Antlaşması’nda azınlık hakları konusunda Türk tarafının tezi kabul edilmişti. Buna göre Türk vatandaşı olan gayri müslimler, medenî ve siyasi haklar bakımından Müslümanlarla eşit haklara sahip oldular. Türkçenin dışındaki dilleri; dinî işlerinde, ticarî ve özel ilişkilerinde kullanabilecekler, her türlü gazete, dergi ve kitapları kendi dillerinde yayınlayabileceklerdi. 

Yine masraflarını kendileri karşılamak şartı ile okullar açabilecek dinî kurumlar oluşturabileceklerdi. Lozan Antlaşması’nda azınlık hakları olarak belirlenen bu hakları Türkiye Cumhuriyeti Devleti Milletler Cemiyeti’nin kefaleti ve denetimi altında kabul etmiştir. Yani kendi Anayasası ile değiştirme hakkına sahip değildir. Zira Lozan Antlaşması uluslararası nitelikte bir anlaşmadır. 

Ermeni İddiaları ve Asala 

Lozan Antlaşması’nda azınlık hakları konusunda belirlenen esaslarla Türk Devleti vatandaşlarından olan Ermeniler, Türk Medeni Kanunu kabul edilince kendileri için azınlık statüsü istemediklerini açıkladılar. Bundan sonra Ermeni toplumu diğer vatandaşlar gibi yaşamaya devam etti. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya devletleri NATO ve Varşova Paktı üyeleri olarak iki kutba ayrıldı. Rusya, NATO üyesi olan Türkiye’nin güç kazanmasını kendi çıkarlarına uygun bulmadığı için kendi bünyesinde bulundurduğu Ermenistan Devleti’ni kullanmaya başladı. Erivan merkezli Ermenistan Devleti ve dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Ermeniler yeniden büyük Ermenistan rüyası görmeye başladılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üyesi bulunduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dünyada soy kırım suçunu önlemek ve yapanları cezalandırmak için 1948’de “Soy kırım Sözleşmesi”ni kabul etti. Türkiye bu sözleşmeyi 1950’de kabul etti. 

Birleşmiş Milletler soy kırımın tanımını şöyle yapmıştı: Irk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir. 

Bu grubun üyelerini öldürmek, maddi ve manevi acılar yaşatmak, doğumlarını engelleyici önlemler almak, bir grubun çocuklarını zorla başka bir gruba aktarmak gibi yöntemler uygulanmasıdır. 

Ermenilerin iddiaları ile Birleşmiş Milletlerin soy kırım tanımı arasında karşılaştırma yapıldığında Ermenilere soy kırım yapılmadığı açıkça görülebilir. 

1965’te jeopolitik ve jeo-stratejik konumunun önemi paralelinde Türkiye’nin güçlenmesinden çekinen yakın komşuları ve Avrupa devletleri Ermeni iddialarını çıkarları için yeniden gündeme getirdiler. 1965’ten sonra Fransa ve ABD’de faaliyet gösteren “Ermeni Diasporası” adı altında bir kısım Ermenilerin kurduğu örgüt, kendi maddi çıkarları için asılsız iddialarla dünya kamuoyunu yanıltmaya başladılar. Bunun için uygulamaya koydukları “ Dört T ” olarak adlandırılan planları şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak. Yani sözde iddialarını terör yoluyla tanıtacaklar, sözde iddiaları dünya kamuoyunda kabul edilip Türkiye tarafından tanınacak, ardından Türkiye’den tazminat alınacak ve sonuçta da büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmek 
için gerekli toprak koparılacaktır. Bu amaçla 20 Ocak 1975’te açılımı “Ermenistan Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu” olan, kısa adı ile ASALA kuruldu. Bu terör örgütü ilk kez Dünya Kiliseler Birliği, Beyrut Bürosu’na bombalı saldırı ile adını duyurdu. Asala, Osmanlı Devleti’nde 1915’te Ermenilere soy kırım yapıldı iddiası ile Türk toprakları üzerinde bir Ermeni devleti kurmak istiyordu. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder